• 24 Kasım 2024 Pazar
  • Rize AÇIK
  • 00:00
    24 Kasım 2024 İmsak: Güneş: Öğle: İkindi: Akşam: Yatsı:

GÜZEL BİR İNSANIN ARDINDAN

RİZELİ İŞADAMI İDRİS YAMANTÜRK VEFAT ETTİ

GÜZEL BİR İNSANIN ARDINDAN

İdris Yamantürk; mücadelelerle dolu bir yaşam sürdürdü. Ömrünü memleketine hizmete adamış saygın bir büyüğümüzdü. Vefat ettiği haberini büyük bir üzüntüyle öğrendim.
Bu topraklara hizmetle geçen bir ömür
Rize Çamlıhemşinli Hayırsever İşadamı İdris Yamantürk’ün hatıraları ve deneyimleri Osman Çakır tarafından kitap haline getirilmişti. Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanan ve “Türk Milletine borcumuz var” ismini taşıyan kitap 495 sayfadan oluşuyor.  Rize, Pazar ve Çamlıhemşin tarihine ışık tutan kitap bol fotoğraflarla zenginleştirilmiş. Yamantürk kitapta genel gayesini şu şekilde dile getiriyordu: “Üzerinde yaşadığımız bu topraklar, Malazgirt’te Anadolu’nun tapusunu alanlar ile İstiklâl Savaşında yurdumuza sahip çıkanların bize emanetidir. Bunu başaranlar, yaptıkları işe inanan, insanüstü bir gayretin, azmin ve sabrın sahibi idiler. Allah onlardan razı olsun. Bize teslim edilen vatanımızı daha mamur hale getirmek, milletimizi refaha kavuşturmak ve çağdaş medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak için durmadan çalışmak bir vatandaşlık görevidir. Türk milletine olan borcumuz budur”.
İşte İdris Yamantürk’ün kitabından ilginç anekdotlar
1926 yılının "kiraz ayında" doğdum
Altmışaltı yaşındaki bir babanın beşinci karısının ilk çocuğu olarak 1926 yılının "kiraz ayında" yani haziran ayının sonunda doğmuşum. 1926 doğumlu olduğum halde kayıtlara doğum tarihim 1 Şubat 1928 olarak yazılmış. Eskiden, bizim oralarda kazaya (ilçeye) giden birinin eline hemen bir kâğıt tutuşturulur, filancanın şu, şu çocukları doğdu, adı da budur denirmiş. O da nüfusa kaydettirir, ama kiminin adı, kiminin de yaşı yanlış yazılırmış. Yahut da daha önce doğup ölmüş olanın yerine bir de bakıyorsunuz ki, -kayıttan düşürülmediği için- siz yazılmışsınız. Kimlik, adıyla, sanıyla üzerinize giydirilmiş. Artık o, siz olmuşsunuz.
Denizi on bir yaşımda gördüm
İşin doğrusu ise nüfus memurunun ferasetine kalmış. Sahile inmek, ilçeye gitmek hiç de kolay değil. Güya Karadenizliyiz ama bizim oralarda denizi hiç görmeden ölenler var. Çamlıhemşin ilçesinin Konaklar mahallesine bağlı Ortan Köyü’nde, yerleşik 6 hane Gülaboğlu ailesi var. Konaklar mahallesinin eski adı ise Makravis’ti. Ortan köyünün kalan 10 hanesi ise eski adı Küşüve olan bugünkü Yolkıyı köyüne bağlı bulunuyordu. Son zamanda Ortan da muhtarlık olan 16 hanelik bir köydür. Altısı bizim ailedir. Yani Gülapoğlu ailesi. Soyadımızdan da anlaşılacağı gibi biz İran üzerinden gelmişiz. "Gülap" Farsça bir kelime. "Çiçek suyu" demek! Anlaşılan o ki; soyadımızla gelmişiz bu topraklara. 1715 tarihinde Molla Osman Gülapoğlu"na hitaben yazılmış o günkü Nahiye Müdürünün bir tezkeresi var, bir evrak. Vesikada bir arazi meselesinde onun haklı olduğundan bahsediyor. Önce bir başka köye gelmişiz. O köyde bir müddet kaldıktan sonra da Ortan"a gelmişler. Benim araştırmama göre 1600"lerde Hemşin"e gelmişiz. Soyadı kanunu çıktığında ağabeyim Yamantürk"ü seçiyor.
Ben doğduğumda babam 66 yaşındaydı
Annem, bize aşağı yukarı 5-6 saatlik -yayan- mesafede ve daha batıda bir köyden, Bodullu köyü ve Kamiloğluları sülalesinden. Bize göre Fırtına deresinin daha batısı. Oraya Uskürt dağı denilen bir dağı aşarak gidiliyordu. Dedem Hüseyin (babamın babasını)"i hiç tanımadım. Çünkü ben doğduğumda babam 66 yaşındaydı. Annem Zeliha; Molla Mahmut Efendi denilen bir adamın kızı. Annemin babasını da tanımadım. Dayılarımı da tanıma şansım olmadı. Çünkü iki tanesi ben doğmadan yıllar önce Sarıkamış’ta şehit olmuşlar.
Babamın Rusya’da fırınları vardı
Babam İlyas Bey, vakti zamanında Rusya’da çalışmış. Orada fırınları varmış. Kardeşleri erken öldüğü için hem gurbeti hem de köyü idare etmiş. Hemşin’de erkeksiz ev olmaz. Bu sebeple hep Rusya"ya gidip, gelmiş. Geldiği zaman da oradaki mallarını satmış. Gitmiş bu sefer yeniden, iyi çalışmayan bir fırın almış, onu işler hale getirmiş. Kârlı hale getirmiş, geleceği zaman da tekrar satmış. Kimseye de emanet edememiş. Babam, eve birileri geldiğinde beni de yanında oturturdu. Bizim Hemşin"de birçok evin bir misafir odası vardır, odanın da şöminesi. Bu misafir odalarında bizim vazifemiz, (çocukların) omuzunda havlu, elinde leğen diğer elinde ise ibrikle misafirin eline su dökmekti. Babam ve annem mütedeyyin insanlardı. Babam vefat ettiğinde ilkokul ikinci sınıftaydım. Babamla ilgili hafızamda kalan bilgiler bundan ibaret, ama ondan kalan bazı sözler benim de prensibim olmuştur. "Mesul olmadığın işle meşgul olma." sözü babamın prensiplerindendi. Babam kendisine ait olmayan hiçbir işle meşgul olmaz, hatta dönüp bakmazdı bile.
Okumaya her gün on iki kilometre yol yürüyerek başlıyorum
1934-35 öğretim yılında birinci sınıf talebesi olarak bugünkü Çamlıhemşin ilçesinde okula başladım. Çamlıhemşin"in o yıllardaki adı Vicealtı"ydı ve küçük bir yerdi. Vicealtı"nda bir ufak bakkal dükkânı vardı, içinde doğru dürüst bir şey yoktu. Bir-iki akide şekeri ile biraz tuz, gaz, sigara vs. Belki de bir iki defter-kalem. İki tane de demirci dükkânı vardı; nal, mıh yaparlardı, ama hazırda, tezgâha koyayım da satılsın şeklinde değil, siparişle yapılırdı. Jandarma karakolu vardı, ama pek iş düşmezdi. Bir de üç derslik iki sınıflı ve tek öğretmenli bir ilkokul. Çamlıhemşin"deki 16 yerleşim yerindeki köylerden sadece ikisinde üç sınıflı ve tek öğretmenli okul vardı. Ben ikinci sınıftan üçüncü sınıfa geçtiğim sene bir üçüncüsü açıldı. Bu söylediğim o günkü Çamlıhemşin ilçesindeki durum. İki tane üç sınıflı okul! Öğretmenler de galiba bir tanesi müstesna vekil öğretmenlerdi. Çoğunluğu ortaokul mezunu insanlar. Bizim köye en yakın okul Vicealtı"ndaydı ve bize 5-6 km mesafedeydi. Bir buçuk saatte yürüyerek gidebiliyorduk. O okula gidebilmem için 8 yaşını bitirmem gerekti. Karlı günlerde 80-100 santim karda, 12 km yol yürümek, kolay değildi.
Ayağımızda Çarık Elimizde Odun
Okulda ısınma odun sobası ile yapılırdı. Her sınıfta da bir tane soba vardı ve herkes odununu koltuğunun altında getirirdi. Defter kalem götürmesek bile odunu mutlaka götürmek zorundaydık. Ayaklarımızda ise "çarık" bulunurdu. Çarık, ama her zaman da yeni çarık değil. Eskiyince içine yama koyardık. Çarıklar ham deriden yapılır. Bizde kesilen hayvanlar; öküz, inek cinsidir. Onların derisine de gön denir. Ham deri gerilir, tuzlanır ve kurutulur. 20 santim genişlikte uzun uzun kesilir. Sonra insan ayağına uygun çarık haline getirilirdi. Millet bulursa çarık giyer, bulamazsa yalınayak gezerdi. Ben ayakkabı giydiğimde 11 yaşımda idim.
Osman amca bizim köyden Pazar’a takunya ile gidip gelirdi
Bizim köyden Pazar (şu anda Rize’nin ilçesi)"a sürekli gidip gelenlerdendim. Demircilerin Osman amca diye birisi vardı. Takunya ile gidip gelirmiş. Sekiz saat gidiş, sekiz saat gelişi olan bu yol, takunya ile gidip gelinir mi? Hem de dağ tepe aşarak. Ama o gidermiş. Aksi takdirde yalınayak gidip gelecek. Ayağımıza koyunyününden örülmüş çorap giyerdik. Bir çorabı kaç yıl giydiğimi hatırlamıyorum ama bildiğim bir şey varsa, topukları ya da burunları eskidi mi bizim orda cağ derler 4 tane küçük şiş, beşincisi de örmek için kullanılır, onunla tamir yapılır. Hani bir atasözümüz var ya. Bir iplik çeksen kırk yama dökülür, diye. İşte öyle bir hayattı.
Çocukluğumun Hemşin’i
Bir dağ aşarak, öteki dereye oradan bir başka dağ aşarak bir başka dereye veya vadiye inerdiniz. Kanlıboğaz dağını aşarak Pazar’a ulaşırdınız. Üçüncü sınıfta okulu bitirdiğimde diplomamı almak için fotoğraf lâzımdı. En yakın fotoğrafçı Pazar’da ve oraya gitmem gerekiyordu. Pazar"a gidiş geliş iki gün. Bir fotoğraf çektirmek için iki gün yol yürümek zorundasın. Resim çektirmeye veya bir başka iş için Pazar"a gittiğinizde de handa ve tahtadan bir sedirin üzerinde sabahlardınız. Üstümüzde örtü falan yok. 1936-37 yılları ve on bir yaşındaydım. Şimdi torunlarım "dedeciğim bir resmimi size gönderiyorum" diyor ve bir de bakıyorsunuz o poz anında cep telefonunuza geliyor.
Pazar ilçesi torpilliydi
Pazar o zaman da ilçe idi. Torpilliydi. Ortaokulu bile vardı. O zamanın yöneticilerince imtiyazlı bir yerdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinin hocalarından Profesör Tahsin Bekir Balta Pazar"lıydı. Bugün, Pazar"dan yeni gelmiş gibi konuşurdu. Hâlbuki yurtdışında da okumuştu. Hemşin ise ufak bir nahiye! Biz Pazar"dan ne alırdık. Çarıklık gön alırdık. Deri, tuz alırdık, gaz alırdık. 12 yaşında evimizin mesuliyeti bana kaldı. Katırcılık yaptım. Hem okudum hem de yazları çalıştım. Bizim Çoruh vadisindeki bazı köyler senede bir kere Kaçkarları aşma fırsatı bulabildikleri için 3-5 katırlık kervanla gidip Pazar"dan alışveriş yaparak geri dönerlerdi. Fırtına Deresi, Ardeşen"e akardı ama dere boyu yol yoktu. Sonradan yapıldı.
Rusya’da Pastacılık, İstanbul’da Moskova Pastanesi
Benim doğduğum yıllarda Hemşinlilerin Rusya ile münasebetleri bitmiş ve Hemşin"e kapanmışlardı. 1917 İhtilalinden sonra Rusya kapısı kapanınca köylüler çok fakirleşmişti. Bizim 16 haneli Ortan köyü değil de Konaklar köyü hep Rusya"da çalışmış. Zenginlerin yaptırdığı konaklar, fakirlerin oturduğu yerler haline gelmişti. Hemşinli, pastacılığı Rusya"da öğrenmiş. Köylü pastacılığı ne bilsin, hatta pastayı ne bilsin. Hemşin"de rutubetten dolayı buğday yetişmez. Mısır yetişir. Ekilen mısır da ekene yetmezdi. Bütün aileler hemen hemen ilave mısır alırlardı. Bazen, mısır bile bulunmazdı. Buğday ekmeğini meyve diye yerdik. O da elimize geçerse. Çok nadir ele geçen bir yiyecekti. Gurbetten gelen birisi getirdiğinde dilimlenir evlere dağıtılırdı..
Ayakkabı ile ilk tanışma
1940"lı yıllara kadar ilkokulu üç sene okuyanlar diploma alıyor ve okur-yazar oluyorlardı. Bizim Hemşin"deki okulda 4. ve 5. sınıflar olmadığı için Gümrük Muhafaza Memuru olan ağabeyim Yunus’un yanında 1937-38 öğretim yılında dördüncü sınıfı ve 1938-39"da da beşinci sınıfı Sürmene Çamburnu’nda okudum. Ayakkabı ile ilk defa 11 yaşında Çamburnu"na geldiğimde tanıştım. Biz Çamburnu’ndan Hemşin’e araba ile gidemezdik. Rize’ye giden bir motor (tekne) bulurduk. Rize’de motordan iner, Pazar ilçesine ve oradan da yaya olarak köye giderdik. Fırtınalardan köprüler uçtuğu için oteller kalabalık olurdu. Odalarda değil, koridorlarda bile 30 kişi üç gün, beş gün yatardı. Ben ilkokul talebesiydim. Çamburnu’ndan Hemşin’e gitmek bile 3-5 gün sürüyordu.
Hopa’ya Tayin, Ortaokula Kayıt ve Yürü Ya İdris!
1939-40 öğretim yılını köyde bekleyerek geçirdim. Bir yıl beklememin sebebi civarda gidecek ortaokul olmamasıydı. Benim liseyi bitirdiğim sene Türkiye’de 45 civarında lise vardı. Bunun 14"ü İstanbul’da geri kalanı bütün Türkiye’de idi. Karadeniz’deki liseler; Trabzon, Samsun, Kastamonu ve Zonguldak"ta olmak üzere dört adetti. Koskoca Karadeniz sahili boyunca dört tane lise vardı. Şimdi bizim üç sınıflı okulu olan Çamlıhemşin’de birkaç lise var. İmam Hatip var, düz lise var.Yunus ağabeyim beni okutmak için kendisini, ortaokulu olan Hopa’ya tayin ettirdi. Ama bulunduğumuz yerin de okula uzaklığı 5-6 km idi. Hopa"nın batısında iki köy var. O zamanki isimleri Kise diğeri ise Peronit. Bugünkü isimleri sırayla; Çamlıköy ve Sugören. Biz Sugören yani Peronit"te oturuyorduk. Bir patika yoldan da Hopa"ya gidiliyordu. Ortaokul Hopa"nın öbür uçundaydı. 1940-41 öğretim yılında Hopa"da ortaokula başladım. Patika yoldan yürüyerek gidip geliyoruz. Allah bana, sen yürüyeceksin, dedi, ben de yaz kış yürüdüm.
Fukaralığın Aynası
Of-Sürmene sırtlarında bahçesinde yetişen meyve ve sebzeyi pazarlarda satmak için sırtlarında sepetlerle pazara giden kadınlar da yalın ayak, gider gelirlerdi. Ayakkabılar kasabada giymek içindi. Sepetlerinde portakal, mandalina, incir ve meyve bulunurdu. Bazılarının ellerinde de bir bakraç yoğurt olurdu. Kadınların yüzü kapalıydı. Kapalı olup ta peştamalın iki ucu dudakları ile birbirine tutturulurdu. Çamburnu"nda kadın manzarası bu idi. Siz onların yüzünü görmezdiniz. Hopa"da da öyle idi. Giyimiyle kuşamıyla sahil bizden farklıdır. Ayaklarına çapula denilen, ayakkabı ile terlik arası, bir ayakkabı giyer ve onlar da pazara gitmek için ellerinde çapulaları 7-8 km"lik yolu çıplak ayakla yürürdü.
O dönemde gaz ve ekmek karneyle, bez karneyle.
Memurlar ile halk şekeri farklı fiyata alırlardı. Mesela; halk şekerin kilosunu beş liraya alırken memura elli kuruşa veriyorlardı. Bu elli kuruş ile beş liranın ne demek olduğunu anlatabilmek için bir misal vereceğim. Harpten sonra 1950"lerde bile toz şeker 28 kuruş kesme şeker 32 kuruştu. Bu fukaralık adeta halkın alın yazısı idi. Bu hadiseler beni çok etkilemiştir.
Bir Yumurta Bir Kuruş Ama Alan Yok
Benim çocukluğumda 1930"lu yıllarda bir yumurta bir kuruştu. Et diye bir şey satılmazdı. Yılda bir, hali vakti yerinde olan et keser onu da kavurma yapardı. Tabii kurban bayramında kesilenler hariç. Gurbetten gelmezse bizimkiler aç kalırdı. Her evden en az bir iki kişi mutlaka gurbete gider. Genellikle lokantalarda, fırın ve pastanelerde çalışırlar. Köyümüzde bir de hoca vardı. Ben okuldan gelince köyün camisine gider, ders alırdım.
Hemşin’e Elektrik Geliyor Ama Ne Zaman?
Tam bilemiyorum ama Hemşin 1950-1960 arasında ilçe olmuştu. Rahmetli Mustafa Parlar, ilçenin elektriklendirilmesi işine öncü oldu. Mustafa, Amerika"da okuduğu için Türkiye"deki bürokrasiyi tanımazdı. Bir gün yazıhaneme geldi. -Düş önüme sen oraları tanırsın, İller Bankasına gideceğiz, dedi. Ne yapacağız, dedim. "Hemşin"e elektrik isteyeceğiz" dedi. İller Bankasına gittik. Orada işe bakan yetkili benim sınıf arkadaşım çıktı. Daha sonra Elazığ senatörü oldu. Yüksek Mühendis Cahit Dalokay. Ankara"nın eski belediye başkanlarından Vedat Dalokay"ın amcazadesi. Elektrik işi bittikten sonra bu konuşmamızı Cahit"e anlattım. Ben elektriği 16 yaşımda ortaokul son sınıfta Erzurum"a gidince gördüm. Hemşinliler ise 1970"li yılların başında elektrikle tanıştılar.
Tevfik İleri Konferans Veriyor
Tevfik İleri ve Ömer İleri iki kardeş aynı anda Teknik Üniversitede okumuşlar. Ama iki kardeşin bir çift ayakkabısı var ve sokağa çıkacak olan kimse ayakkabıyı giyermiş. Ömer İleri çok erken yaşta vefat etmiş. Ben Ömer İleri"yi tanımadım. Tevfik İleri, Ortaokuldan sonra imtihan kazanarak teknik üniversiteye girmiş. O zamanki adı "Yüksek Mühendis Mektebi" olan bu yere ortaokulu bitirenler de imtihanla alınıyorlarmış. Tevfik İleri de bunlardan birisidir. Tevfik Bey Hemşinlidir. Çamlıhemşin değil de arka taraftan Hemşin"den. 19 yaşındayken de MTTB Başkanlığı yapmış.Tevfik İleri üniversiteye gelip konuşacak dediler. Geldi konuştu. Ben hiç tanımıyor, hatta Hemşinli olduğunu da bilmiyorum. Bu idealist adam bende iz bıraktı. Tevfik Bey, hem bayındırlıkta hem de kara yollarında çalışmış bir ağabeyimizdi. İkinci gelişi bizim yönetimde olduğumuz dönemdi. Bu defa gelişinde İTÜ ve İstanbul Üniversitesinin bütün dekanları ve profesörleri oraya gelmişti. Onun öğrencilik yıllarından arkadaşlarıydı. Filozof Rıza Tevfik de vardı. Tevfik İleri, Demokrat Parti"nin ilk kabinesinde üç ay Ulaştırma Bakanı, daha sonra Milli Eğitim Bakanı oldu. İkinci Menderes Hükümetinde tekrar Milli Eğitim Bakanlığına getirildi. Ben o zaman Talebe Birliğinde başkanlık yapıyordum. "Yeniden Milli Eğitim Bakanlığına gelişinizi Türk milliyetçiliğinin bir zaferi olarak selamlıyoruz" diye bir telgraf gönderdim. Telgrafı da üniversitedeki ilan tahtasına astım. Tevfik İleri"yi o zaman şahsen tanıdım. Üniversite talebelerinin staj meselelerini görüşmek üzere Talebe Birliği başkanı olarak kendisi ile defalarca görüşme şansım oldu.

Merhuma Allah’tan rahmet; Yamantürk ailesine, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı dilerim.

Fatih Sultan KAR / İST.

 

 

Bu habere ifade bırak!

  • 0
    KIZGIN
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    BEĞENMEDİM
  • 0
    BEĞENDİM
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    SEVDİM
  • 0
    HAHAHA
  • 0
    ALKIŞ
YORUM EKLE