Dönemin son tanıklarından olan ve bugün 92 yaşında olan Adil İncegül, 18 yaşındayken köyünden alınarak ocağa sokulduğu günleri anlattı ve "Gitmiyorum diye hiç kimse aklından geçiremezdi. Mükellef memuru vardı, takip ederdi. Kaçarsan aç kalırdın. Başka işte çalışamazdın. Yakalandığında ocağa sokarlardı. Zorunlu olarak çalıştırılıyorduk ancak yoksulluk da vardı. Kimisi zorla kimisi mecburiyetten çalışırdı" dedi.
Emekli maden mühendisi Ekrem Murat Zaman, Cumhuriyet'in ilk yıllarında kalkınma ve sanayinin en önemli ihtiyaçlarından biri olan kömürü ekonomiye kazandırmada önemli rol oynayan işçilerin hikâyelerini 'Zonguldak, insan, mekan ve zaman' adlı kitabında anlattı.
İlk kez Osmanlı’da Uygulandı
Uzun Mehmet’in 1829 yılında kömürü bulmasının ardından kömür üretiminin başladığı 1848’den günümüze 170 yıllık üretim kültürüyle Anadolu’nun dört bir yanından gelen 10 binlerce yurttaşıyla ve binlerce maden şehidiyle emeğin başkenti sıfatını kazanan Zonguldak'ta halk, 1867 tarihinde Osmanlı Dönemi’nde ve 1940 yılında Cumhuriyet Dönemi'nde iki kez zorunlu mükellefiyete tabi tutuldu. Kaderi kömür işçisi olmakla yazılan yöre halkı bugüne kadar maden ocaklarında 5 bine yakın şehit verdi. 28 Şubat 1940’ta çıkarılan Milli Koruma Kanunu ile İkinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı ekonomik sıkıntıların önüne geçilmesi için çıkarılan mükellefiyet kapsamında köylerde hiçbir işi olmayan erkekler, muhtarlar vasıtasıyla mükellef memurlarına bildiriliyordu. Köye gelen mükellef memurları gençleri gruplar halinde çalışacakları ocaklara gönderiyordu. Mükellefiyetten kaçanlar ise jandarma tarafından kurulan Tahkimat Komutanlığı Askerleri tarafından yakalandıkları anda asker gözetiminde kömür ocaklarına gönderiliyordu.
62 bin işçi mükellef olarak ocaklarda çalıştı
Zonguldak tarihi konusunda çalışmalar yapan emekli maden mühendisi Ekrem Murat Zaman, mükellefiyet dönemini 'Zonguldak, insan, mekan ve zaman' adlı kitabında belgeleriyle anlattığını söyledi. Mükellefiyet döneminin 1 Eylül 1947 yılında sona erdiğini anlatan Zaman, "Mükellefiyet öncesinde bir rakam verecek olursak 1938 yılında 12 bin 949 işçinin maden ocaklarında çalıştığı görülmektedir. 1940 yılında Ereğli Kömür İşletmeleri kuruldaktan sonra mükelelfiyetin başlamasıyla işçi sayısı artar. Maksimum fiili işçi sayısı 42 bin olmuştur. Kayıtlı işçi sayısı ise 60 binlere ulaşmıştır. 1944 yılında ise 39 bin 715 işçi mükellef olarak ocaklarda çalışıyordu." dedi.
Mükellefiyetin son tanığı 92 yaşında
Çaycuma ilçesine bağlı Kadıoğlu köyünde yaşayan 8 çocuk babası Adil İncegül, köyüne gelen mükellef memuru tarafından 1944 yılında, 18 yaşındayken o zaman ki Ereğli Kömür İşletmeleri olan Türkiye Taşkömürü Kurumu'na bağlı Asma Kömür İşletmesi'nde iş başı yaptırıldığını söyledi. Köyden gruplar halinde trenle ocağa gittiklerini, treni kaçırdıklarında saatlerce yürüyerek ocağa gitmek zorunda kaldıklarını anlatan İncegül, şöyle dedi:
"Mükellefiyet döneminde 17 yaşını bitirdiğimde ocağa yazıldım. Okulun önünde toplanırdık. Çaycuma İstasyonu'nda beklerdik. Gelen trene artık pislik içinde binebilirsen binersin. Kaçırırsan yürüyerek ocağa giderdin. Gitmiyorum diye hiç kimse aklından geçiremezdi. Mükellef memuru vardı, takip ederdi. Kaçarsan aç kalırdın. Başka işte çalışamazdın. Yakalandığında ocağa sokarlardı. Zorunlu olarak çalıştırılıyorduk ancak yoksulluk da vardı. Kimisi zorla kimisi mecburiyetten çalışırdı. Günlük 85 kuruş yevmiye alırdık. Dürüst ve iyi çalışırsan o zaman mükellefiyet iyiydi. Eğer dürüst çalışırsan 90 kuruşa çıkardı. 2 yıl sonra 1 lira yevmiyesi olurdu. Bazen mükellef kalksın ben çalşışmam derdi işçiler. İkinci ayda mecbur yine ocağa giderdi. Para yok ki ne yapacak. Alman harbi nedeniyle mükellef olmuştu. Alman harbi sonrasında çalışmaya devam ettik."
Adil İncegül, mükellefiyet döneminden sonra çalışmaya devam ettiği ocakta 1952 yılında kardeşi Yakup İncegül'ün göçükte kalarak hayatını kaybettiğini söyledi. Bir süre daha ocakta çalıştıktan sonra madenciliği bırakarak inşaat işçiliği yapmaya başladığını anlatan İncegül, "Ocaklarda toplam 14 yıl çalıştıktan sonra bıraktım. Sonra inşaat işçiliği yaptım. Bırakmasam belki de bu yaşa gelemezdim. Ya göçükte kalırdık ya da hastalıktan ölürdük. Madenci bütün arkadaşlarım öldü, bir ben kaldım" dedi.