AKÇAL: ŞAİR GÜNEŞİ GÖRMELİ
Mahkûmların serbest bırakılması, çok sayıda hayat kurtarması ve eksiksiz teslim olmaları Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'yü de çok duygulandırır. Olaydan sonra mahkûmlar Meclis kararıyla affedilir ve Akçal ödüllendirilir. Yusuf İzzet Akçal ile Ünlü Şair Nazım Hikmet’in yolları Bursa’da kesişir.. Nazım Hikmet ise Ankara ve Çankırı cezaevlerinde kaldıktan sonra 1940 yılı Aralık ayında Bursa’ya nakledilir. On bir yıl burada kalır. 1946 yılında Akçal; Bursa Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yapmaya başlar. Akçal; ilk kez ziyaret ettiği Nazım Hikmet’in güneş görmeyen odasının, güneşi bolca gören eczane odasıyla değiştirilmesini sağlar.
NAZIM HİKMET BÜYÜK BİR ŞAİR VE SANATKÂRDI
Şair Gazeteci Yazar Mehmed Kemal; hazırlamakta olduğu “Celal Bayar Efsanesi ve Raftaki Demokrasi” isimli kitabı için söyleşi yapmak üzere Yusuf İzzet Akçal ile buluşur. Akçal bu söyleşide Nazım Hikmet’e dair hatıralarını şöyle anlatmaktadır: “Nazım Hikmet öyle sandıkları gibi kötü bir adam değildi. Çok büyük bir insandı. İnsanlığı birçoklarınca anlaşılamadan gitti. Büyük bir şair ve sanatkâr olduğunu bildiğimizden, biz onu hapishanede hoş tutmaya çalışırdık. Kendisine bir oda vermiştik. Öteki mahkûmlardan ayrı, idareye yakın bir odaydı Zaten kapısı da mahkûmlara doğru değil. İdareye doğru açılırdı.
NAZIM’IN ORTAÇAĞ’DAN KALMA DAKTİLOSU
Bir gece yarısı bir toplantıdan dönüyordum. Hapishaneye uğrayayım, bir bakayım istedim İdareye girdim, bir de ne göreyim Nazım'ın odasında ışık yanıyor, tık tık daktilo sesleri geliyor. Nazım’ın ortaçağdan kalma, eski bir yazı makinesi vardı, onunla çalışırdı. Harfleri kopuk, çok gürültü çıkaran bir makineydi. O makinede ondan başka kimse yazamazdı. Nazım gece yarısı olmuş, hâlâ çalışıyor. Kapıyı açtım, içeri girdim. Aramızda şöyle bir konuşma geçti: “Kolay gele” dedim. Kâğıdı takmış şiir yazıyordu. “Hoş geldiniz Savcı Bey” dedi. “Bu saatte hâlâ buralardasınız?”. “Görev yapıyoruz. Bakıyorum, sen de uyumamışsın!”. “Biz de görev yapıyoruz. Şiir yazıyorum.
BİZ ONUN NE YAPTIĞINI BİLİYORDUK
O sıralar Kuvayı Milliye Destanı’m yazıyordu. Biliyorduk ne yaptığını, ne yazdığını... Nazım çalışırken şiirlerini küçük küçük kâğıtlara yazar, sonra temize çekerdi. Beğenmediklerini de avucunun içinde ufalar çöp sepetine atardı. Bizimkiler, ortalığı temizlerken çöp sepetine attıklarım, onun haberi olmadan alırlar bana getirirlerdi. Ben de bunları saklardım, hem de ne ile uğraştığını bilirdim. Nazım bilmez miydi?. Bilmediğini sanıyorum. Bilse kâğıtları ufalamaz. Çok küçük parçalara böler yırtardı.
BU BÜYÜK ADAMIN ŞİİRLERİNİ SAKLIYORDUM
BEN YASSIADA’DA YARGILANIRKEN AİLEM İKİ DOSYA ŞİİRİNİ YAKTI
Hepsini saklamıştım. Bu kadar büyük bir adamın hiçbir şeyinin yitmesini istemiyordum. Kimsede olmayan şiirleri bende vardı. Kuvayı Milliye Destanı’nı siz öyle yayınlandığı gibi sanıyorsunuz, daha bambaşkaydı, ihtilal olduktan, ben Yassıada’ya düştükten sonra çocuklarım, babamızın başına bir şey girmesin diye iki dosyadan oluşan şiirlerini yakmışlar.
Her gün çalışırdı. Çeviriler gönderirlerdi, onlarla uğraşırdı. Nazım’ın Fransızcası zayıftı ama, Rusçası çok kuvvetliydi. Rusçadan birçok çeviriler yaptı. Vâlâ Nurettin; Yazıları getirir, onları Nazım çevirdikten sonra bitenleri alır götürürdü. O çevirileri Millî Eğitim Bakanlığı yayınları arasında çıkmıştır.
BEN ŞAİRİM BENİ FABRİKATÖR YAPTINIZ
Durmadan şiir yazardı. Artist adam, yazmaktan başka işi gücü yoktu. Yazar yazar, sonra orada gaz tenekeleri vardı onun içine doldururdu. Bazen da idareye çağırırdık, kahve söylerdik, yeni yazdıklarını bize okurdu. Tok, gürül gürül bir sesi vardı. Dayısı bir Ali Fuat Cebesoy Paşa uzaktan uzağa onu korurdu. Bursa'da olduğumuz için, ipek böceği boldu. Mahkûmlar boş durmasın diye, onlara ipek dokumaları için tezgâh verdik. Bir tane de Nazım Hikmet’e verdim. “Hem vakit geçirirsin ipek dokursun, hem de eline üç-beş kuruş geçer”, dedim. Nazım ciddi adamdı, İşe canla başla sarıldı. Tezgâh birken iki oldu, ikiyken beş oldu, nihayet dokuza kadar çıktı. Nazım ipek dokuyor, yanındaki işçilere dokutuyor, iyi de para kazanıyordu. Parayı yanındaki arkadaşlarına verirdi. başka hapishanelerde yatan arkadaşlarına gönderir yardım ederdi. Bir gün karşıma dikildi: “Savcı bey, dedi. Tezgâhlar dokuza çıktı, sen beni nendeyse fabrikatör yapacaksın. Ben şairim. Tezgahları kapatıyorum. Kime verirseniz verin” dedi. Tezgâhları aldık. Zaten savaş içinde ipek İpliği de zor bulunuyordu.
NAZIM’IN SERBES KALMASINI SAĞLADIM
Nazım da hastalanmıştı. Kendisini muayene ettirdik. Hastalığı hapishanede yatacak gibi değildi. Rapor almıştı. İstanbul'a göndermemiz gerekiyordu. Bakanlığa yazdım. Adliye Bakanı Fuat Sirmen’di. Telefonla beni aradı. “Hastalığı gerçek mi? diye sordu. “Doktor raporları ortada elbette gerçek” Kendisini İstanbul’a Cerrahpaşa Hastanesi’ne gönderdik. Orada uzun süre tedavi edildi. Sonradan ihbar falan olmuş, Toptaşı’na kaldırmışlar. Benim denetimimden çıkmıştı. 1950 yılında Rize’den milletvekili oldum. Mecliste af yasası görüşmeleri başladığında çoğu arkadaşlarımız Nazım Hikmet’in affedilmesini istemiyordu. Adalet Komisyonu’nun af yasası hazırlığında ben de çalıştım. Halil Özyörük ile birlikte öyle maddeler koyduk ki, Nazım'ın affı da sağlandı. O maddeyi af kapsamına alınca Nazım da kurtuldu.
YUSU İZZET AKÇAL KİMDİR?
Rize ili Çayeli ilçesi Kaptanpaşa Bucağı Çataldere Köyü’nde 1906 yılında doğmuştur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirmiş, savcılık, hâkimlik ve serbest avukatlık yapmıştır. 1950-54-57 ve 1977 seçimlerinde dört dönem Rize Milletvekili olarak TBMM’de yer almış, Devlet Bakanlığı yapmıştır. Akçal ve arkadaşları 27 Mayıs 1960 Darbesi ile iktidardan uzaklaştırılarak Yassıada'da yargılanmıştır. Evli ve dört çocuk babasıydı. Eski Turizm ve Tanıtma Bakanı Merhum Erol Yılmaz Akçal`ın babası, Eski Başbakan Merhum Mesut Yılmaz`ın amcasıdır.
Fatih Sultan KAR / İST
KAYNAK
Celal Bayar Efsanesi ve Raftaki Demokrasi, Mehmed Kemal ABECE 1980
Ressam Balaban anlatıyor Milliyet Yayınları 1998
Nazım Aydın Aydemir Yaba Yayınları 2008